Kaygı ve cesaretsizlik ilgilenme, öğrenme ve kavrayışı kendi erekleri doğrultusunda yönetebilir, diğer bir deyişle kaygıyı azaltmak için bunları birer araç olarak kullanır. Bununla birlikte ilgi, öğrenme ve kavrayışın olmaması, kaygı ve korkunun etkin ya da edilgen bir dışavurumu da olabilir. (Bu, ilginin kullanılmadığı için körelmesiyle aynı şey değildir.) Yani, bilginin peşine kaygıyı azaltmak için düşebildiğimiz gibi kaygıyı azaltmak için bilgiden kaçıyor da olabiliriz. Freudcu yaklaşımla açıklamak gerekirse, ilgisizlik, öğrenme zorlukları, yapmacık aptallık bir savunma yöntemi olabilir. Bilgi ve eylemin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu düşünüyorum. Dahası, bilgi ve eylemin çoğunlukla Sokrat tarzında eşanlamlı, hatta aynı olduğuna da inanıyorum. Tam anlamıyla ve bütünüyle bilgi sahibi olduğumuzda uygun eylem bu bilgiyi kendiliğinden izleyecektir. Böylece seçimler çelişkiye düşmeden ve doğallıkla yapılabilir. İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı biliyor gibi görünen, bunu rahat ve uygun davranışlarıyla da gösteren sağlıklı bir insanda böyle bir yaklaşımı üst düzeyde görebiliriz. Bununla birlikte, değişik bir düzeyde de olsa, aynı şeyi genç bir çocukta da (ya da yetişkinin içinde gizli çocukta) gözlemleyebiliriz. Eylemin eyleme geçmiş olmakla aynı şey olduğunu düşünecektir bu çocuk (psikanalistlerin deyişi ile “düşüncenin mutlak gücü”). Örneğin, birisinin ölmesini dilediği zaman, bilinçdışında sanki onu gerçekten öldürmüş gibi bir tepki ortaya çıkacaktır. Gerçekten de yetişkinlere uygulanan psikoterapinin amaçlarından biri bu çocuksu kimliği çözmek ve kişiyi bu düşünceleri eyleme geçirilmiş gibi algılayan çocuksu duygularından kurtarmaya çalışmaktır. Bilmek ile yapmak arasındaki bu yakın ilişki, bilmekten korkmanın derinlerde yatan bir nedeninin de eyleme geçmekten ve bilmenin neden olduğu sonuçlardan, getirdiği sorumluluklardan korkmak olduğunu anlamamızı sağlıyor. Çoğunlukla bilmemek daha iyidir, çünkü bildiğiniz zaman eyleme geçmeniz, yuvadan dışarı çıkmanız gerekecektir. Bu da az çok “iyi ki istiridye sevmiyorum, çünkü sevseydim o iğrenç şeyleri yemek zorunda kalırdım” diyen adamın durumuna benziyor. Dachau yakınlarında yaşayan Almanların olan biteni bilmemeleri, yapmacık bir aptallık takınmaları kesinlikle yararlarına olmuştur. Çünkü bilselerdi ya bu konuda bir şeyler yapmaları gerekecekti ya da ödlekçe davrandıkları için kendilerini suçlu hissedeceklerdi. Bir çocuk da aynı hileye başvurabilir. Herkesin açıkça gördüğü şeyi o görmezden gelecek, yadsıyacaktır. Oysa çoğu kişi alçağın tekidir ya da çoğu onu sevmiyordur. Bu tip bilgi olanaksız bir eylemi de gerekli kılacaktır. O halde bilmemek daha iyidir. Sonuçta kaygı ve biliş hakkında bugün daha çok şey biliyoruz. Birçok felsefecinin ve psikoloji kuramcısının yüzyıllar boyunca savunduğu gibi, tüm bilişsel gereksinimlerin kaygı çıkışlı ve yalnızca kaygıyı gidermeye yönelik olmadığını biliyoruz. Yıllar boyunca bunun akla yakın olduğu düşünüldü, ancak bugün hayvanlar ve çocuklar üzerinde yapılan deneyler bu kuramı temelden çürütüyor. Bu deneylerin hepsi, kaygının ilgi ve keşfetme isteğini öldürdüğünü ve özellikle aşırı kaygı söz konusu olduğu zaman bu iki öğenin taban tabana zıt olduğunu ortaya koyuyor. Bilişsel gereksinimler kendilerini en açık şekilde güvenli ve kaygısız ortamlarda gösterir. Rokeach bu durumu oldukça iyi açıklıyor: İnanç sistemlerinin güzel yanı, her iki efendiye de aynı anda hizmet edecek şekilde kurulmuş olmalarıdır; dünyayı olabildiğince anlamak ve ondan gerektiğince korunmak. İnsanların bilişsel işleyişlerini görmek, anımsamak ve düşünmek istedikleri doğrultusunda çarpıttıklarını savunanlara katılmıyoruz. Bunun yerine, insanların bunu gerekli olduğu kadar, ama daha fazla değil, yaptığına inanıyoruz. Çünkü hepimiz acı verici olsa bile gerçeği aslında olduğu gibi görmek için bazen güçlü bazen de zayıf olan arzularımız tarafından güdüleniyoruz. (Rokeach, M. The Open and Closed Mind, Basic Books, 1959, sf. 400)

  • ÖZET
  • Bilme gereksinimini layıkıyla anlayabilmek için bilme korkusu, kaygı, güvenlik ve korunma gereksinimleri ile birlikte ele alınması gerektiği açıkça görülüyor. Korku ve yüreklilik arasındaki çatışmanın yarattığı bir ileri bir geri giden diyalektik bir ilişkide savrulup duruyoruz. Korkuyu arttıran tüm bu sosyal ve psikolojik etkenler bilme itkimizi dizginlemektedir. Cesarete, özgürlüğe ve gözü pekliğe izin veren etkenler ise bilme gereksinimimizi özgür kılacaklardır.

 

Kaynak: Abraham Maslow, İnsan Olmanın Psikolojisi

zvr