“Geçmiş olan geçip gitmiştir; geçmiş, gelmek üzeredir.” Heidegger’in bu sözü, insana ilk bakışta tuhaf görünüyor. Cümlenin ilk kısmında sorun yok, geçmiş geçip gitmiştir. Ama peki gelmekte olmasına ne demeli? İnsanın saat zamanı ile anlattığı hikâyelerin zamanı, birbiriyle örtüşmüyor. Zaman tecrübemiz, içimizdeki hikâye ile içinde yaşadığımız daha geniş hikâye arasındaki gerilime tâbi. İç deneyimimiz bize geçip gitmiş olan yılları anlatmıyor. Çizer Eflatun Nuri bir söyleşisinde şöyle bir şeyden bahsediyordu, aklımda kaldığı kadarıyla: “Bir trenin penceresinden gözüm güzel bir kıza takılmıştı. Tren hareket edince onu daha fazla görebilmek için geriye yürüyor, tren camından onu seyrediyordum, ta ki bir aynaya rast gelip de kendi yüzümü görene kadar. O görüntüyle birlikte genç bir delikanlı değil de altmışlı yaşlarda bir ihtiyar olduğumu fark ettim.” Hiç kimse kendisinin yaşlandığına inanmaz. Sağlığımız yerindeyken yaşlılığın yaklaştığını tecrübe etmeyiz. Aslında yaşlanma sürecinin etkilerini algılarız; içten içe yaşlandığımızın farkındayızdır. Ama ölüm gerçeğinden kaçmak için zamanı yok sayarız.
Istırabını bir anlam üzere yaşayanların hayatında trajedilerden zaferler tomurcuklanır. “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Suçluluk duygusu pişmanlığa ve ötekine hizmet bilincine; ölümün kaçınılmazlığını kabullenmek, hayatı daha anlamlı kılma gayretine dönüşebilir.
Varoluşsal anlamın merkezinde zaman var. Yaşanan ‘her an kırk bin yılın meyvesi’dir. ‘Ânı yakalamak’tan söz edilir, ‘ânın oğulları’ olmaktan bahis açılır. Geçmiş, kişinin bugününün her noktasında aktif varoluşunu bilinçdışında sürdürür. Ve her bir bugün dünün, şu ânın ve geleceğin bölünmez bir kümesidir. İnsan zamanı elden geçirilmiş, üzerinde oynanmış bir zamandır. Hayatlarımız hakkında anlattığımız hikâyelerle hayatımızın yönü ve akışı da değişebilir. Bugünün anlam ve metaforlarından bakarak geçmişi yeniden inşa ediyoruz. O halde geçmiş gelmek üzeredir, zira geçmiş her zaman yeni anlamlara açıktır. Yaşlı insanlarla yapılan çalışmalarda gösterilmiş ki, geçmiş, sadece bugünle etkileşim halinde hatırlanırsa vardır. Sözün özü, geçmiş bugünümüze hizmet edecek şekilde yeniden yapılır ve hikâye edilir.
Zaman geçiyor: “Günler gelip geçmekteler/Kuşlar gibi uçmaktalar…” Geçenlerde bir dostum, başka bir müşterek dostumuza uğramış, yaşça ve başça bizden ileride olanın ilk sözü, “Zaman daralıyor” olmuş. Zaman daralıyor. İyi şeyleri yapmak için acele etmeli. Kendi ömrümüzü ve sevdiklerimizin ömrünü güzelleştirmek için yarışmalı. Bir fidan dikmeli. Kuruyan bir ağaca su vermeli. Ânın evlatları olmalı. İnsanlara tebessüm etmeli. Güzellik ve iyiliği dile getirmeli, olmuyorsa susmalı. Ölüme, o ‘küçük kıyamet’e hazırlanmalı.
Istırap, suçluluk ve ölüm. Viktor Frankl, bunlara ‘trajik üçlü’ diyor. Her insan hayatının bir döneminde ıstırap, suçluluk ve ölümle yüzleşir. Onlar tarafından sınanır. Onlarla nasıl yüzleştiğimiz, bu karşılaşmadan ne tür bir anlam devşirdiğimizi de belirler. Istırabını bir anlam üzere yaşayanların hayatında trajedilerden zaferler tomurcuklanır. “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Suçluluk duygusu pişmanlığa ve ötekine hizmet bilincine; ölümün kaçınılmazlığını kabullenmek, hayatı daha anlamlı kılma gayretine dönüşebilir. Homo paciens, ıstırap insanı, ‘acıyı bal eyleyen’ insandır. Istırapta bir anlam bulabilen insanlar ona daha kolay tahammül ederler.
Kendi ölümlülüğünün, sonlu hayatının farkında olan tek varlık insandır. Bugün geçmişe ışıklarını düşürdüğünde, kendimizi ‘kader kurbanı’ olarak mı göreceğiz yoksa “Acılarımdan öğrendiğim bir şeyler var” mı diyeceğiz? Geriye dönüp baktığımızda, “içimizde yaşanmadan bekleyen bir hayat”ın suçunu mu duyacağız yoksa “Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar” mı diyeceğiz?
Istırap insan içindir. Onun tecrübesiyle büyür ve adam oluruz. Suçluluk hissi, ar damarı çatlamamış insanlar için bir nimettir. Böylece hatalarımızdan geri döner ve onu yaratıcı/yapıcı bir oluş hamlesine çevirebiliriz. Ve nihayet ölüm, bize nasıl yaşamamız gerektiğini bıkmadan her gün hatırlatır. Istırap insanı için zafer, seferin ta kendisidir. Hayat yolda olmak demektir, o kadar ki, geçmiş bile yerinde durmaz, bugüne ve bugünden hareketlenir.
Kaynak: Yavaşla, Kemal Sayar