Ego biliniyormuş gibi gelen, metafizik gibi algılanan ama belirsiz ve kavranması zor olan bir sözcüktür. “Meta” sözcüğü Yunanca bir kelimedir, “öte”ki, anlamındadır. Öyleyse bu ego neyin nesidir? Ego, Latinlerin dilsel kültüründe “BEN” demektir. Yani arka plandaki ben merkezli hat ya da ona “ben”ci merkez de diyebilirsiniz. Ego, üst benlik bilinci, bilinçaltı, alt benlik bilinci, zihin, akıl, mantık ve psikoloji gibi kelimeler yine psikoloji tarafından türetilmişlerdir. Fiziksel olmadıklarından bilim bu sözcüklerden anlamış olsa da anlamları hakkında kesin tanımlama yapamamaktadır. Psikoloji ilmi ise, psikanaliz yöntemiyle tanımlama yapmaya çalışıyor ama yaptıkları sadece bir yorumlamadan öteye geçemiyor, kayda değer herhangi bir anlam ifade etmiyor.
Yüz yıl önce yaşamış olan psikanaliz Sigmund FREUD deneysel psikolojisine dayalı psikosentez yöntemiyle egoyu tarif etmesi, ego hakkında neleri bilmemiz gerektiğine dair önemli ipuçları verse de onları deneyimlemediğimiz sürece sadece ödünç alınmış bir bilgi olarak kalmaya mahkumdur. Çünkü bilgi cehaletin karşıtı değildir. Cehalet eğer bilgiyle süslenmiş ise ego tatmin olur.
FREUD’un analizine göre; ” Ego, zihin katmanlarının projeksiyonu olan içimizdeki doyumsuz hayvandır. İD’dir, şahlanmış bir atın üzerindeki şövalyedir. Süper ego da, baba figürlerinin ve kültürel adetlerin sembolüdür. “
Freud’un bu tarifi ego sözcüğüne anlam bakımından ancak bir köken olabilir, ama derinliğine kavramak mümkün değildir. Şayet kökü fiziksel olmayan bir şeye ait türetilmiş bir analizi derinliğine kavrayamıyor, onu yaşam çizgimizin süsü yapamıyorsak o analiz ödünç alınmış bir fikir sembolinden öte herhangi bir anlam taşımaz.
Zira ” bende ego yok, demekte egodur ” diyerek bize haz duyumsaması ve heyecan veren, söylemeye cesaret edemediğimiz kirlenmiş arzularımızı savundukça egonun tarifi bir yel gibi zihnimizden akar gider. Dolayısıyla ego hakkında bize yeni ufuklar açabilen hiçbir şeyi ne öğrenmiş ne de deneyleyerek kategorize etme yeteneğine sahip olabiliriz.
Küçük yaşlardan itibaren belirsizliklerin beslediği korkuları izole etmek isteyen beyin korteksinin sol yanının oluşturduğu “ben” merkezli hat üst benlik bilincinde denetler. Denetimi için, psikolojik hafıza birikimlerinin tepkisel faaliyeti olan düşünceler sürecindeki kirliliğin varlığını hissettirmemek için bilinçaltı denilen depoyu yaratmıştır. Söylemeye cesaret edemediği düşündüklerini ve kirlenmiş arzulamalarını orada saklamayı başardıkça gittikçe güzelleşen ciddiyet maskesinin arkasına sığınmıştır. O yüzden bilinçaltı egoların biriktiği büyük bir depodan başka bir şey değildir.
Beyin korteksinin sol yanı hep kendisini düşündükçe belirsizliklerin beslediği korkuları izole etmek, bastırmak için güç kazanma yasalarıyla özdeşme, umursama, mükemmel görünme ve gösterme şartlanmasına bağlanmak zorunda kalmıştır.
O yüzden ego “ben”dir, siz ya da hepimiz değil. Ego filtre olduğunda ya da gözlenebilir duruma geldiğinde “ben”in efendiliği sona erer, siz ve biz hepimiz oluruz.
Kariyer aşamalarımız alkış ve başarılarla süslü değilse güç ve prestijimiz zayıfsa, çaresizlikler, belirsizlikler, tarafından kuşatılmışsak kim olduğumuzu düşünmeye başlarız. Bir şey olmuş örnek özenti kalıplarını istesekte gözümüzün önünden silemeyiz. İşte egoların varlığı bundan sonra bizi sarmalamaya başlar. Biz de kendi türümüzü yönetecek pozisyonlara sahip olma, kendi türümüz tarafından alkışlanarak saygıya değer biri olarak görünmenin bize bir kimlik vereceğini vurgularız. Kurgularımız organik bütünü baskılayan bir yanılsama yaratarak sizi, bizi, hepimizi bölmesi egonun efendiliği anlamına gelir.
Egoların beton temeli arzulamadır. Korkuları izole etme çabası olan arzulama bulunduğumuz konumdan memnun olmadığımızda, kıskanılan ve alkışlanan bir konuma geçilemediğinde bedenle zihni kıskıvrak yakalar.
Giysileriniz kirlenmişse yıkayarak temizleyebilirsiniz ama bilinçaltı kendisini tatmin eden, zevk veren, heyecan veren kirlenmiş tutkularından sahi özgürleşebilir mi? Kendi kendisini ikna ederek tatmin duyumsamasını mutluluk zannediyorsa kirlenmeyi kim ve nasıl temizleyecek? Arzular palazlanıp başkalarını incitip zarar verse bile bedenle zihni tamamen kontrolüne almış böyle bir kirlilik talep motivasyonuyla yani irade gücüyle temizlenebilir mi?
İnsan korkularını gölgelemek için hayatta kalma mücadelesi ve umursama motivasyonuyla özdeşen masum tutkuları aşırı arzulamaya dönüşen ve bilinci olan tek varlıktır. Arzu masum bir sözcüktür. Hiç arzulaması olmayan kişi yürüyen cesetten farksızdır. Ancak masum olan arzu, aşırı arzulama şartlanmasının tuzağına düşmemesi istisnadır. Aşırı arzulama, başkalarını inciterek, zarar vererek ilerliyorsa o masum arzu güçlü bir ego haline gelir. Farkında olup onu irade gücüyle gemlemek isterseniz de başaramazsınız. Sadece kısa bir zaman parçasında bilinçaltı denilen depoya saklayabilir ama kilitleyemezsiniz.
Aşırı arzulama bedenle zihni kontrol ediyorsa, sahip olmak istediklerine engel olan her şeyi çiğneyerek, ezerek hedefine ulaşmak ister. İstedikçe arzulama sıçramaları ve kıskançlık, hırs ve ihtirası o da “ben”ci merkezi aktivist konuma geçmeye zorlar. Ben korkmuyorum, ben ulaşmalıyım, ben farklıyım, farkımı herkes farketmeli, ben saygı görmeliyim.
Hırs sözcüğü Farsça bir kelimedir. “Ayı” anlamına gelir. Eğer üst benlik bilinci olan akıl hırsını gözlemleyemiyorsa bedenin arzulama sıçramalarına direnç gösteremez ve “ayı”yı sırtında taşıdığını fark edemez.
Ayı masum bir hayvandır. Binlerce arının saldırısıyla karşı karşıya kalsa da sadece mide huzuru için ağaçtaki bal peteğini elde etmek ister. Ama insandaki ego mide huzurunu tatmin etse de daha fazlasını ister, doyumsuzun biri olduğunu sorgulayamaz. Sorgulayabilmiş olsaydı “ayı” ile bir dost; ama postu ile düşman olurdu.
Tibet mitolojisinde ise ego; “tekerlek kültürü” olarak tanımlanır. Tekerlek hedefine ulaşmak için kendisine engel olduğuna inandığı engelleri ne pahasına olursa olsun çiğneyerek, ezerek yol almak ister, aynı “ayı” da olduğu gibi kendisine engel olmak isteyen şeyleri, sindirdikçe varoluşla birlikte getirdiği mistik duyguların üzerini örter. Örtüyü kaldıramaz zira fazla mantık örttüğü şeylerin üzerindeki örtüyü kaldırmayı mantıksızlık olarak yargılar.
Öyle olduğundan mitsizmi mantıkla açıklamak imkansızdır. Mantığınızdan eminseniz beyhude olan şeyi düşünmeyin, düşünürseniz aklınızdan şüphe etmeye başlarsınız. Ancak akıldan şüphe etmek mitsizme atılan ilk adımdır.
Akılcılık mantıksallıktır. Mantıksallık da doğrusal düşünmektir. Doğrusal düşünmenin bir amacı olduğundan egolarla birlikte yol alır. Dolayısıyla sağ beyin kültürü olan mistik olguların esintisi hissedilemez hale gelir. Çünkü ego korkuların süzgecinden geçtiğinden sahip olduklarından tatmin olmaz, sahip olmak isteyipte olamadıklarının özlemini çektikçe mistik olguların kendisine ait bir yan ürün olduğunu uydurur. “Seviyorum ben” ya da “vicdanlı olmak lazım” dediğinde gerçekten kendisinden kuşku duyduğunu fark edemez. Sevdiğini, vicdan sahibi olduğunu sanır. O yüzden hepimiz arka plandaki “ben”ci merkezin çemberinde sarmalanmış konumda yaşadığımızı fark edemeyiz.
Herkesin egolarının denetiminde yaşaması egoyu masum yapmaz. Egolar, kişiyi rahatsız eden korkuları izole eden bir savunma silahı gibi görev yapması gerekliymiş gibi algılansada, aşırı arzulama sonunda başkaları inciniyor, zarar görüyorsa alkışladığımız yaşam kalıbı Adolf Hitler’in kalıbı bile olabilir.
Arzulama sıçramaları; bir anlamda nefsine hakim olamamak, mutsuz bedenle zihinlerin tatmin duyumsamasına dayalı mutluluk arama motivasyonudur. Ancak tatmin duyumsamasına dayalı zevklerin mutluluk aracı olduğunu fark ettiğinizde mutluluğunuz sona erer. Yeniden mutlu olmak için zevk arayışına çıkarsınız. Rutin birkaç mutluluk bulduğunuza inansanız da elde ettiklerinizle yaşadığınızı değil zevk aldığınızı düşünürsünüz.
Gerçek mutluluk ne egoya ne de akıla aittir. O yüzden mutluluk sözcüğü, mutsuz insanlar tarafından türetilmiş bir kelimedir. Eğer insanoğlu gerçekten mutlu yaşayabilseydi mutlu olduğunu bile fark edemezdi.
Gözlemleyin; mutsuz insanlar sürekli pozitif veya negatif anlamda mutluluk sözcüğünden bahseden kişilerdir. Bir şeyden bahsetmek için onu bilmek, ona sahip olmak gerekmez. Ego ve akıl; sahip olduklarını değil olmadıklarını fiziksel çevresine hiptonik telkinler halinde sunarak ancak varlıklarını koruyabilirler. Karşısındaki dinleyenler de aynı ya da benzer psikolojik hafıza birikimlerine sahip olduklarından tamam, doğru diyerek onaylarlar. Çünkü gelecekte de kendilerinin söyleyeceği hiptonik telkinlerin paylaşılarak kendilerininde alkışlanacağını umut ederler.
Halbuki yalan olan dünya değil, an be an sonumuzun ne olacağını düşünmek ve yirmi rutin zevki tekerleyerek tekrarlanma arayışlarıyla geçmiş olmasında gizli olduğunu fark edememiş olmamızdadır. Çünkü düşünceler arzulamalarla birlikte yol alır. Düşündüğünüz an arzuladığınız bir zaman parçasına dönüşür. Arzulamıyorsanız bulunduğunuz konumdan memnunsunuzdur. İşte o zaman stres yok olur; düşünmeye pek yanaşmaz dolayısıyla bulunduğunuz anı yaşarsınız.
Her rutini tekrarlanma motivasyonu bizi bir mıknatıs gibi içine çeker. Her rutin bir önceki rutini öldürüyorsa kendisi de ölü doğar. Dolayısıyla bin yıl yaşasakta yaşanmamış gibi gelir ömür ama on yıl düşünmeden yaşamak bin yıl gibi gözükür. Kronolojik zaman akmıyor, durmuş gibi gözüküyorsa geçmiş yaşam çizgimiz mutluluk içerisinde geçmiş demektir. İşte o zaman yaşadığımızı keşfedebiliriz.
Bu çok zordur. Çünkü ego zihni doğrusal düşünmeye zorladıkça ancak varlığını koruyabilir. Aksi olduğunda kendisinin ölüm fermanını imzalamış demektir.
Sutra derki;
” Her gün ölmedikçe, ertesi gün yeniden doğamazsın. ” Sutra sözcüğü Sanskritçe’de, özgün zihne ait içgörü anlamına gelir.
Bu sutradan anlamamız gereken şey, egoların ölüm deneyimi olan nirvana meditasyonunun sonucunda elde edilen egosuzluk durumudur. Her gün meditasyon sonucunda egolarını öldüren kişi ertesi gün yeniden doğar. Ama ölümden korkanlar meditasyondan da korkarlar, ölüm deneyimi olduğu için.
Nirvana egoların ölümü aynı zamanda zihinsizliğin deneyimidir. Ama bu bir zihin aydınlanması değildir. Beyin kümelerinde arzulama bağlantılarının gevşetilmesi suretiyle düşünceler sürecinin gözlenmesidir. Bunun için sağ ve sol beyinlerin bütünleşmesi ve oluşumun dönüşümünün gerçekleşmesi gerekir.
Oluşumun dönüşümü, beyin korteksine ait hücrelerin fiziksel değişimidir. Gerçekleştiğinde beşinci beden olan spritüel bedene geçilir. Artık o kişi bilge kişidir. Bilgelerin psikolojileri çöküntüye uğradığından egosuzdur. Üstelik “var olma arzulaması” dahil tüm arzulamalardan vazgeçtiklerinden insan üstü ve insan ötesidirler. Ölüm korkusuna kıskıvrak yakalanmazlar. Çünkü ölümü sorgulamak suretiyle onu kabullenmişlerdir.
Kaynak: EGO SEZGİSEL KAVRAYIŞ, ŞERİF İNAN