“Sanki bu dünyada yokum” diyor, “bazen var olduğumu hissetmek için kolumu ısırdığım, o acıyla birlikte bir insan olduğumu ve yaşadığımı anladığım oluyor.” Bir başkası, “Dünya bana sisler arasından görünüyor” diye betimliyor olan biteni, “her şey hayal ve gerçek arasında gidip geliyor.” Bir diğeri, “Dünyaya sanki bir dürbünün tersinden bakıyor gibiyim” diye özetliyor durumu.
Dinlediğim üç ayrı genç insandan odama düşen sesler bunlar. İçimde uğuldayan, anlamaya çalıştığım sesler. Görünen o ki, dünyaya ve kendine yabancılaşma hali, giderek daha çok insanı esir alıyor. O yakıcı ıstırap, ruhun derinlerine kök salıyor ve insan o duygudan sonra bırakın dünyayı, kendi bedenini bile yurt edinmiyor. Varlığın buruk tadı.
Depresif kişi, kimileyin hakikati bütün çıplaklığıyla gördüğü için acı çeker. Orada hayatı idame ettirmeye yarayan kandırmacalar sökmez. ‘Olumlu yanılsamalar’ melankoli ülkesinde işlemez. Her yerde hüküm süren acı, ruhun karanlığında daha kolay seçilir hale gelir. Malihulya gibi endişe de hayatla ilişkimizi bozar. Mesleğimizin pirleri, endişenin tümünün önünde sonunda ayrılık endişesinden kaynaklandığını söylemişlerdi. Yalnızlık, yani ayrılığın farkında oluş, bugün endişelerin en acı verici olanı. Fikret gibi, “Kendi cevvim, kendi eflakimde kendim tairim/ kendi yörüngemde, kendi ufuklarımda, kendim uçarım” diyememek. Herkes gibi olarak, içinde yaşadığı topluma benzeyerek var olduklarını düşünenler de yalnız olabilir. Uyum sağlayan/konformist kişi, kendi kişisel kimliğini feda etmek ve benliğini silmek pahasına sürüye katılır. Yolların çatallandığı noktalarda ben diyememek ve sürüyle birlikte yol almak, kişinin iç boşluğunu büyütür ve daha büyük yalnızlıklar doğurur.
Depresif kişi, kimileyin hakikati bütün çıplaklığıyla gördüğü için acı çeker. Orada hayatı idame ettirmeye yarayan kandırmacalar sökmez. ‘Olumlu yanılsamalar’ melankoli ülkesinde işlemez. Her yerde hüküm süren acı, ruhun karanlığında daha kolay seçilir hale gelir.
İnsan, fark edilmek ister. Oysa giderek aynılaşan ve anonimleşen bir dünyada, fark edilmek zorlaşmıştır. Bir süre önce Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihar eden bir genç kız, “Yavaş yavaş delirdim ve siz fark etmediniz” diyordu. Dünyaya gönderilen bir sitem oku. Yalnızlık ve kayıtsızlığı aşabilmek için pek çok genç cinselliği kullanır. Bedensel yakınlık kişisel ilişkinin yerine konulmaya çalışılır. Ruhunu katmadan, kendini adamadan, aidiyetten uzak cinsellik, Rollo May’in harika ifadesiyle, “Duyarlılık olmadan duyum ve mahremiyet olmadan birleşme” ile sonuçlanır.
Yabancılaşma evvelemirde modern insanın tabiattan kopuşuyla başlıyor. İnsan, tabiatı tahrip ediyor, onu gayrişahsî hale getiriyor, nesneleştiriyor ve sonunda ona diz çöktürmek, onu yağmalamak istiyor. Kendimizi daha geniş bir bütünün parçası saymıyor, tabiatla aramıza duvarlar örüyoruz. O duvarlar sonra bizim zindanımız oluyor. Evren bir ahenk üzere var. Kaos kuramıyla, sisteme ufak girdilerin ne denli büyük çıktılara yol açabileceğini öğrenmiş bulunuyoruz. Özne ve nesne, ben ve dışarıdaki dünya arasındaki bu köktenci bölünmenin aşılması, akıl ile kalbin buluşması gerekiyor.
İnsan dili kötürüm ve kekeme bir hal almış durumda. Televizyonun uğultusu, cep telefonunun zırıltısı, hayatın telaşı sahici bir konuşmayı giderek imkânsız hale getiriyor. Oysa insan hikâyeler anlatmak isteyen bir varlık.
İnsan yalnızlaşıyor. Şöyle dikkatlice etrafınıza bir bakın. Kaç kişi bir diğerini dikkatle dinliyor? Kaç kişi gönlünden geldiği gibi meramını ifade edebiliyor? İnsan dili kötürüm ve kekeme bir hal almış durumda. Televizyonun uğultusu, cep telefonunun zırıltısı, hayatın telaşı sahici bir konuşmayı giderek imkânsız hale getiriyor. Oysa insan hikâyeler anlatmak isteyen bir varlık. Anlattığı hikâyelerin yankılarını duymak isteyen, varoluşunu başkasının yüzünde seyretmek isteyen bir canlı. Can, dilde hayat buluyor. Düşünürün söylediği gibi, ‘dil varlığın evidir’.
İnsan yabancılaşıyor. Sadece ruhuna değil, bedenine de yabancılaşıyor. Dünya artık sisler arasından görünüyor. McDünya’da farklı olmak giderek zorlaşıyor. Bağımlılık ve özerklik, yakınlık ve mesafe, içini dökme ve korunaklı durma gibi ikilemler günümüz insanını çok fazla meşgul ediyor. İlişkilerin, aşkların, dostlukların ve hatta sohbetin bile kısa ömürlü ve sanal olduğu bir dünyada, insanların kendilerini gerçek olarak hissetmeleri zorlaşıyor. Ne dünya ne de kendileri gerçek. Her şey, ‘bir dürbünün tersinden bakıyor gibi’ bulanık.
Bulanık zamanlarda, buradayız demek için, galiba dişimizi ruhumuza geçirmemiz gerekiyor.
Kaynak: Yavaşla, Kemal Sayar