Şöhret kimdir? Daniel Boorstin buna eğlenceli bir cevap veriyor: “Çok tanındığı için tanınan kişi.” Şöhret ahlaken nötrdür, ne iyi ne de kötüdür, o bir insandan türetilmiş sahte olaydır, insanın büyüklüğüne dair abartılı beklentilerimizi tatmin etmek için bilinçli olarak üretilmiş bir imgedir. Siyaset de imgenin egemenliğiyle artık uzak ve mesafeli kahramanların değil, şöhretlerin icra ettiği bir mesleğe dönüşmektedir. Eskinin kahramanları yetkelerini biraz da uzak ve gizemli olmalarına borçluydular, modern şöhretler yetkelerini aşina ve anlaşılabilir olmaktan devşiriyor ve gerçekte öyle olmasalar bile izlenim olarak duygusal ulaşılabilirlik havası yayıyorlar. Onlara çok yakın olduğumuz, istersek onlara değebileceğimiz havasını vererek şöhretlerini devam ettiriyorlar. Kahramanlar yaptıklarıyla ayırt ediliyorlardı, şöhretler imgeleri ve markalarıyla. Varlıkları toplum hayatına zerre kadar fayda sağlamayan zamane şöhretleri, hiç utanıp sıkılmadan “Biz markayız” diyebiliyorlar.
Geçmişin erdemi “Kendini bil!” sözünde yoğunlaşıyordu, bugünün dünyası “Kendin ol!” diyor. “Kendin olmak için kendini göstermen gereken bir çağda yaşıyorsun.”
Geçmişin erdemi “Kendini bil!” sözünde yoğunlaşıyordu, bugünün dünyası “Kendin ol!” diyor. “Kendin olmak için kendini göstermen gereken bir çağda yaşıyorsun.” Kimliklerin ve statülerin akışkan olduğu, altımızdaki zeminin sürekli kaydığı bir zaman diliminde geleneğe yaslanmak bize artık kim olduğumuzun ve kime güvenebileceğimizin ipuçlarını vermiyor. Kişisel hayatımızın ayrıntılarını yabancılara açarak onların güvenini kazanmak istiyoruz, karşılığında onların da kendi hayatlarını bize açmalarını bekliyoruz. Modernlik öncesinde gözetim vasıtalarıyla az çoğu izliyordu; televizyon çağında, çok azı izliyor ve nihayet internet çağında, çok çoku izliyor. Herkes herkesi izliyor. Gözetleme her yerde. Toplum hayatımız büyük bir göze ve büyük bir kulağa dönüşmüş durumda.
Mahremiyet ve güvenin ortaklaşa yaşantılarla, bir davaya baş koyuşla, bir ömrü birlikte yürüyüşle elde edildiği zamanlar geride kaldı. Artık mahremiyet ve güven kendini açmakla, hayatını başkalarına ifşa etmekle sağlanıyor. Güvenilirliğinizi kişisel hayatınızın ayrıntılarını açıklamakla sağlıyorsunuz, bakışları bireylerinin tümü üzerine çevrilmiş kalabalık önünde gizleyecek bir şeyiniz yok. “Senden gizleyecek bir şeyim yok ey kalabalık, senin güvenine mazhar olmayı dilerim, bak ruhum bütün çıplaklığıyla karşında!” Bireylerin değer ve güvenilirliklerini her gün kalabalık önünde ispat etmeleri gereken bir dünya, kimlik konusunda büyük endişe yaratan bir dünyadır. Mevcut olan toplumsal rollere uyum sağlamak yerine bireylerin kendi doğru benliklerini bulmaları ve kendilerini şüpheci bir dünyaya pazarlamaları beklenmektedir. Kendini ürün olarak sunan bir insan türüyle karşı karşıyayız, kendisini iyi satabilirse o ‘bir başarı öyküsü’dür, satamazsa başarısızlığın daniskası!
Kişisel hayatımızın ayrıntılarını yabancılara açarak onların güvenini kazanmak istiyoruz, karşılığında onların da kendi hayatlarını bize açmalarını bekliyoruz.
İmgenin gerçeklikten daha fazla öne çıktığı bir zamanda politikacılar da kendilerini şöhret hamuruyla yoğurmak derdindeler. Şöhret hamuruyla yoğrulmak, politikacıların da tıpkı sahnedeki aktörler gibi, ancak kendi duygularını ve heveslerini iyi oynadıklarında, bu oyun karşılarındaki kitleyi ikna edebildiğinde güvenilir bulunmaları demek. Politik inancın içeriği halk nezdinde itibar kaybederken politikacıların hayatı ilgi uyandırıyor. Basın ve televizyondaki mülakatları dikkatle izleyin; pek azında bir işin, bir düşüncenin konuşulduğunu fark edeceksiniz. Konuşulan kişinin aslında bizi hiç ilgilendirmeyen kişisel hayat ayrıntıları ve kendi hayatıyla ilgili özel seçimleri; sayfaları, dakikaları ve böylece zihinlerimizi işgal ediyor. Özel bilgiler internet üzerinde daha fazla yer aldıkça, kendini saklayan insanlar da üzerlerinde kendilerini açma yönünde bir basınç hissetmeye başlıyorlar.
Kayıtsız ve toplumsal açıdan atomize olmuş bir dünyada duyulmamak, işitilmemek ve görülmemek korkusu herkesin canını acıtıyor. Chat odalarında ha bire kendimizi yazıyoruz, televizyon programlarında ha bire sırlarımızı ortaya döküyoruz, gazete mülakatlarında kişisel hayatlarımızı cilalayıp kendi efsanemizi üretiyoruz. Herkes konuşuyor ama pek az insan dinliyor. Çok konuşmak, beraberinde sağırlığı getiriyor.
Bireylerin değer ve güvenilirliklerini her gün kalabalık önünde ispat etmeleri gereken bir dünya, kimlik konusunda büyük endişe yaratan bir dünyadır.
Kaynak: Yavaşla, Kemal Sayar