İlk

Filozoflar

Kimlerdir?

 

İlk Filozoflar

Felsefe’nin doğuşunu, “Doğa filozofları” olarak isimlendirilen düşünürlere bağlamak, genel kabul görmüş bir prensiptir.
Ben de, felsefe tarihinin bu başlangıç noktası üzerinde kısaca durmak istiyorum:
Doğa filozofları, güney batı Anadolu kıyılarında, İonia’da, kadim Yunanistan’da ya da güney İtalya’da, İ.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış Yunan düşünürleridir. Gerçeği, tabiat üstü güçler yerine, doğal olguların yardımı ile izâha çalışan ilk beyinler olarak, batı felsefesinin kurucuları sayılırlar.
Sistematik bir düşünce ekolüne sahip olmayan bu düşünürlerin, “Sokrates öncesi filozoflar” şeklinde isimlendirilmesi, İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında öğretisini geliştirmiş ve hakkında ayrıntılı sayılabilecek bilgilere sahibi olduğumuz ilk önemli filozof Sokrates’ten önce yaşamış olmalarındandır. Doğa filozofları hakkında bildiklerimiz, Platon, Aristoteles ve sonraları bu konuya eğilmiş bir kaç yazardan yapılmış alıntılarla sınırlıdır.
Bu dönem öncesi, Orta Doğu medeniyetlerinde, Hint uygarlığında ya da Kadim Yunan kültüründe karşılaştığımız düşünsel yapıtlar, hemen tamamı itibariyle dinî ve özellikle mitolojik unsurlar içermekte, her olayın kökenindeki gerçekler ve doğal hâdiselerin sebepleri, tanrıların işlevleri ile izah edilmektedir.
Aristoteles’in anlattığına göre, “Doğa filozofları” felsefî düşünceye ilk adımı, bir ilk neden (ilk temel töz, ilk temel madde, temel ilke, yunanca arkhe) aramak maksadiyle atmışlardır.
Onları bu düşünceye iten söylem, “Hiçten, hiç bir şey çıkmaz” (Ex nihilo, nihil fit) prensibidir. Kendisi meydana gelmemiş, yok olmayacak bir varlığın mevcudiyetini kabul etmek, sistematik düşünce açısından bir zorunluluk olarak belirmiş ve ilk düşünürlerin tüm beyinsel çabalarını odakladıkları ana merkez hâline dönüşmüştür.

Miletos Üçlüsü :

İlk filozoflar, İonia’nın Ege denizine açılan, yakın doğu’nun eski, köklü ve uygar ülkeleri ile yapılan ticaretin merkezi, hareketli bir liman kentinden, Miletos’dan çıkmıştır. Miletos’luların kadim Mısır ve Bâbil öğretilerine nüfûz edebilme imkânları yanında, şehirdeki fikir hürriyeti, felsefenin bu kentte doğmuş olmasını kolayca izâh edebilmektedir.
Miletos Okulu olarak da isimlendirilen, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, varoluşun sistematiği ile değişim üzerinde düşünerek, çeşitli, ama benzer teoriler geliştirmişlerdir. Miletos Okulu, başardığı işlerle olmasa bile, giriştikleri açısından ve özellikle daha sonraki felsefî çalışmalara ışık tutan, yerinde sualleri ile büyük önem kazanmıştır.
Prensip itibariyle, Doğa’da mevcut her şeyin bir tek öz maddeden oluştuğu görüşündedirler. Bu inanca dayanarak, önce “doğa”nın (Physis) varlık bulduğunu öne sürmüşlerdir. 

Thales :

Yalnız bir filozof değil, aynı zamanda çok önemli bir bilim adamı olan Thales’in yaşadığı  dönemi, (# İ.Ö. 625 – 545) İ.Ö. 585 yılında olduğu bilinen bir güneş tutulmasını, önceden haber verdiği bilgisinden hareketle tahmin edebiliyoruz. Yunan mitolojisinin etkilerini üzerinden atamamış bir düşünür olmasına rağmen, felsefenin babası olarak nitelendirilmesi, doğa görüşünü ilk defa deneylere ve bunları da düşünsel prensiplere bağlama başarısı yüzündendir.
Thales felsefesinde önem taşıyan husus, “neyin var olduğu”, “neyin gerçek olduğu” ya da “neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. Doğada var olan şeylerin tahdidî bir listesini yapmaya değil, nenlerin varlığa dönüşmeleri ve sonra da yok olup gitmeleri olgusunu irdelemeye çabalamıştır. Onun gözünde, “Neyin var olduğu” sorusunu yanıtlamanın geçerli yolu, birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifâde edebilmektir. Gözle görünebilir ya da algılanabilir varlıkların ve bunların geçirdiği değişimlerin oluşturduğu kaotik düzenin gerisinde, akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales bu gerçekliğin, “su” olduğunu öne sürmüştür. Bir başka deyişle Thales için temel töz, ya’ni “arkhe” sudur. Her şey sudan türemiştir ve yine suya dönecektir. Düz bir  tepsi gibi olan yeryüzü, su üstünde, sonsuz Okeanos’da yüzmektedir. Kendisinden sonra gelen düşünürlerce en çok üzerinde durulacak konulardan biri olan, “Bu temel tözden, nasıl ve niçin bir takım nenler meydana geldi ?” sorusu üzerinde, hemen hiç  durmamıştır.
Kadim felsefenin bir anlamda tarihini yazmış olan Aristoteles, Thales’i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü söyler. Buharlaşma, suyun buhar ya da hava olabilmesini, donma ise suyun toprağa dönüşümünü akla getirmiştir. Onu arkhenin su olduğu sonucuna götüren nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde önemli kılan unsur, verdiği yanıttan çok, sorduğu “Temel töz nedir?” sorusudur.

 

Anaksimandros :

Anaksimandros’da, (# İ.Ö. 610 – 540) bilimsel faaliyetle felsefi düşünce, iç içe geçmiş durumdadır. Dinden ya da mitolojiden ayrılarak kendisine yer açan felsefenin, onda biraz daha gelişmiş bir düzeye ulaştığını söyleyebiliriz. Anaksimandros’un Evren anlayışı, Thales’in çok daha ötesine geçer. Thales’in, tepsinin üzerinde yüzdüğünü iddia ettiği su kütlesini neyin taşıdığı sorusuyla, batıdan yok olan Güneşin, ertesi sabah nasıl olup da  doğudan doğduğu sorusuna tatmin edici bir yanıt getirmenin güçlüklerini görmüştür. Böylelikle Anaksimandros, Dünyanın bir tepsi değil de, genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir silindir şeklinde olduğu düşüncesine ulaşmıştır. Bu görüşe göre Dünya, Evren’in tam merkezinde, boşlukta ve dayanaksız olarak durmaktadır. Evren küresinin her yerine eşit uzaklıkta bulunan Dünya’nın, şu ya da bu yöne gitmesi için hiçbir neden yoktur.
Arkhe ya da temel töz konusunda da, Thales’i aşar. Thales temel tözü su ile özdeşleştirmiş, ya’ni bilinen bir madde olarak görmüştü. Anaksimandros’a göre bu mümkün değildir. Bilinen bir nen kesinlikle sonludur. Karşıtı ile sınırlandırılmıştır. Ama Temel töz, sonsuz ve tükenmez olmalıdır. Su gibi nicel açıdan sınırlı bir maddeden, Evreni meydana getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz. Sonsuz sayıda Evren olduğunu öne süren Anaksimandros’a göre, sonsuz miktarda maddenin mevcudiyeti gereklidir. Bu yüzden ana maddeyi, “aperion” (sınırı olmayan madde) olarak isimlendirmektedir. Bilinen elementlerden herhangi biri temel töz olsa idi, diğerlerini kaçınılmaz olarak egemenliği altına alırdı. Hava soğuk, su nemli, ateş sıcaktır. Bunlardan biri sonsuz hacimde olursa, diğerlerini derhâl ortadan kaldırır. Bu yüzden  ana töz, kozmik (evrensel) çatışmada tarafsız olmalıdır. Başka bir deyişle, değişme, doğum ve ölüm, büyüme ve küçülme, bir öğenin sınırlarını diğerinin aleyhine olacak şekilde genişletmesinin bir sonucu olduğu için, suyun doğasına aykırı bir yapıda olan öğe ya da şeylerin, su içinde nasıl olup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama getirilemez. Sudan, yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir. Oysa, dünyada sıcak ve kuru olan şeyler de vardır. Suyun nitelik bakımından belirli olmasının yarattığı güçlükten kurtulsak bile, bu kez suyun nicelik bakımından sınırlı oluşunun yarattığı güçlük karşımıza çıkar. “O hâlde temel töz, (arkhe) belirsizdir.”
Anaksimandros, bu teze karşı ileri sürülebilecek, “O hâlde evrensel denge nasıl oluştu?” sualine, oldukça karmaşık bir evrimsel doğa teorisi ile cevap vermektedir. Sıcak ve soğuk kavramlarının “aperion”dan evvel oluştuğunu söylemesi, bu yetmezmiş gibi, doğal dengenin oluşumu ile ilgili olarak, “adâlet” kavramını da analizinin içine sokmuş olması, “Arkhe” târifi ile doğa teorisini, iyiden iyiye muğlâk bir hâle getirmiştir. Yaşamın denizlerde ve suda başladığını, insan da dahil olmak üzere, tüm canlıların önce denizlerde yaşamış olup, karaya daha sonra çıktıklarını söyler. Anaksimandros’a göre, insan türünün ataları da, önce balıkların vücudunda doğmuş ve ancak yaşamlarını kendi başlarına sürdürebilecek bir olgunluğa eriştikten sonra karaya çıkmışlardır. Hayatın oluşumu ile ilgili olarak geliştirdiği bu kuram ne kadar zayıf olursa olsun, yaratılışı bir evrim teorisi içersinde izâha çalışan ilk düşünür olma özelliği ile çok önemli bir filozof sayılmalıdır.

Anaksimenes :

Ustası Anaksimandros gibi, temel tözün sonsuz olması gereğini savunmuştur. Ancak ona göre arkhe’nin, bir de ruhu (psykhe) vardır. Ruh kavramını felsefeye ilk sokan düşünür olarak bilinen Anaksimenes’e (# İ.Ö. 570-526) göre temel töz, havadır. Ruh havadır. Onun felsefe alanındaki yeniliği ise, ilk kez olarak birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, varolan herşeyin havadan nasıl varlığa geldiğini açıklamaya yoğunlaşmış olmasıdır. Birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimiz zaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp, avucumuza üflediğimiz zaman da, ağzımızdan çıkan havanın sıcak olması gözleminden yararlanarak, sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına ulaşmıştır. Ateş süzülmüş / temizlenmiş havadır. Hava yoğunlaştığı anda, önce su olur. Arkasından yoğunlaşma arttıkça toprak ve nihayet taş oluşur. Anaksimenes’teki seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaradıktan başka, her tür niteliği, niceliğe indirgeme girişimini temsil eder.
Anaksimenes, yukarda özetlenen görüşleri ile felsefeye, çok önemli iki soluk getirmiş bir düşünürdür;
1-  Felsefî düşünceye ilk defa girdiğini söylediğimiz “ruh kavramı”, Anaksimenes’e göre insan vücuduna hayat veren, onu canlı ve ayakta, daha da önemlisi bir arada tutan, cansız bir yığın hâline dönüşüp dağılmasını önleyen nendir. Nasıl ki Evren’i kuşatan hava, onu ayakta tutuyorsa, aynı şekilde içimizdeki nefes, aldığımız soluk olarak ruh da, bize can verir. Buna göre, ruh insan varlığındaki hareket ve canlılık ilkesidir.
2-  Temel töz (arkhe) kavramından, diğer maddelerin nasıl oluştuğu sualine mantıklı yanıtlar getirmeye çalışmıştır. Hava yoğunlaşması ile gevşemesinin, diğer maddeleri ortaya çıkaran süreç olduğu görüşü, bu alandaki ilk nicel teori olarak bilinmektedir.

 

Xenophanes :

# İ.Ö. 569 – 477 arasında yaşadığı tahmin edilen Xenophanes, Kolophon’da (İzmir – Efes arasında, şimdiki Değirmendere) doğmuştur. İonia’lı olmasına rağmen, yaşamı İtalya’da geçmiş bir düşünürdür. Xenophanes, “Tanrı bilim” konusunda doğruya varmanın olanaksız olduğuna inanmış, tanrılar ve bütün maddeler konusunda kesin doğruları bilen olmadığını ve olamayacağını, her ileri sürülen görüşün, tahminden ibâret sayılması gerektiğini söylemiştir. Bu tezi, şüphecilik akımı ile “agnosticisme” in ilk adımları olarak kabul etmek, uygun bir görüştür.
Halk dininin tanrıları insan biçiminde tasarlamasına karşın Xenophanes, kendi tanrı tasarımını, tamamı ile arınmış bir varlık şeklinde betimler. Bir Tanrı vardır. Bu Tanrı, insanların ve tanrıların en ulusudur. Biçimi ve düşüncesi açısından ölümlülere benzemez. Tanrı, tümü itibariyle bir işitme ve düşünmedir. Her şeyi bu düşünme yetisi ile kolayca yönetir. Bu tanrı tasarımının, “Monotheisme”e doğru atılmış ilk düşünsel ürün olduğu, genel kabul görmüş bir anlayıştır.

 

Pythagoras :

Sokrates öncesi filozoflar içerisinde, çok önemli diğer bir isim, Miletos okulunun en güçlü rakiplerinden biri olarak bilinen Pythagoras’dır. Çok önemli bir bilim adamı olmasına karşın, ruhun ölümsüzlüğü ile insan yaşamını düzenleyen kurallar üzerinde yoğunlaşarak, felsefenin doğuşuna büyük katkıda bulunmuştur.

 

Herakleitos ile ilgili görsel sonucu

Herakleitos :

(# İ.Ö. 540 – 480)  Miletos geleneğine bağlı olmayan bir İonia’lıdır. (Ephessus) Ateşi  temel töz sayar. Ona göre her şey, ateşteki alev gibi, başka bir şeyin ölümünden doğmaktadır. Zıtlıkları (çelişkileri) görerek “her şey akar” (değişir – panta rei) tezini ortaya atmıştır.
Herakleitos’u, kendinden önceki düşünürlerden ayıran en önemli özellik burada yatmaktadır. Miletos okulu temel tözü, kalıcı, kendi kendisiyle özdeş, doğanın değişmeyen neni olarak betimlemişti. Düşünürümüz bu teze karşın, “her şey akar” prensibinden hareketle, “temel töz, ateş olmalıdır” sonucuna varmıştır. Mevcut maddelerden, başka maddeler çıkartabilen tek nen ateştir. Evren’de, kalıcı bir madde varmış gibi düşündüğümüzde, büyük bir yanılgı içersine düşeriz. “Aynı nehirde iki kez yıkanmak mümkün değildir.” Akıp giden suları yüzünden o artık başka bir nehirdir.
Herakleitos’a göre her şey değişir. Ama bu değişim, bir kurallar manzumesi içerisinde gerçekleştiğinden, biz algıladıklarımızı kalıcı zannederiz. Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız, değişimin gelişi güzel değil, belli bir düzene, yasaya ve ölçüye göre olması yüzündendir. Düşünürümüz bu ölçüye ve yasaya, “logos” ismini vermektedir. Herakleitos’un târifinde Logos, Evren’e egemen olan yasa, düzen ve daha önemlisi “tanrısal akıl”dır.

Parmenides :

Parmenides (# İ.Ö. 540 – 480) yalnızca önemli bir filozof değil, ana yurdu Elea’da, saygın bir devlet adamı ve kanun koyucu olarak tanınmış bir kişiliktir.
Öğretisinde, Anaksimenes, Xenophanes ve Pythagoras’ın etkileri açıklıkla görünmesine rağmen, yepyeni düşünsel ürünlerin de sahibidir. Bunların içinde en önemlisi, salt kavramlar ile çalışma ve değerlendirme eğilimi olarak târif edilen “dialektike”yi, felsefî bir araç olarak ilk kez kullanan düşünür olmasıdır. Bu yüzden kadim yunanda mantığın ve dialektik’in öncüsü sayılmıştır.
Parmenides’den önceki düşünürler görüşlerini, “deneylerin düşünce yolu ile işlenmesine” dayandırmışlardı. Düşünürümüz ise felsefe tarihinde ilk kez, “varolanın niteliklerinin, salt düşünme yolu ile irdelenmesi” metodunu kullanmıştır.
Her şeyin değiştiğini savunan Herakleitos’a karşın Parmenides, “hiç bir şeyin değişmediği” tezini ileri sürmüştür. Duyumları aldatıcı saymış, algılanan şeylerin çoğunluğunu “illusion” şeklinde nitelendirerek, “değişmez teklik anlayışı”na varmıştır. Bir madde geçmişte var olduysa, bir zamanlar yoktu. Gelecekte var olacaksa, şimdi yoktur. Düşünülebilecek madde var olmalıdır. Olmayan şeyin, düşüncesi de olmaz. Düşünülmüş, ya da üzerinde konuşulmuş olan şey, her zaman var olan bir şey olmalıdır. Eğer dil bir saçmalık değilse, sözcükler bir anlam taşımalıdır. Üzerinde konuşulsun veya konuşulmasın, var olan şeyleri anlatmalıdır. (Bu görüş doğru olmasa bile, dil bilimi açısından dikkate değer bir mantık içermektedir.)
Parmenides’in Pythagoras’dan etkilendiği anlaşılıyor. Platon’a göre ise Parmenides, Sokrates’i etkilemiştir. Bize göre Platon’da etkilenmiş görünüyor. Zira bu düşüncelerde meşhur “idealar” kavramının ilk kıvılcımlarını, daha da ileri gidersek, modern bilimin (kimyanın Lavoisier prensibi gibi) ilk ışıklarını bile hayâl meyâl görebiliyoruz.

 

Empedokles ile ilgili görsel sonucu

Empedokles :

Parmenides / Herakleitos zıtlığı, felsefeyi uzunca bir süre meşgul etmiştir.
Özetle Herakleitos;
1-  Her şey değişiyor. (Her şey akar)
2-  Bu yüzden duyumsal algılamalara güvenilebilir demekteyken;
Parmenides;
1-  Hiç bir şey değişmez.
2-  Bu yüzden duyumsal algılamalara güvenilemez tezini ileri sürmektedir.
Bu ikilemden (dilemma) felsefeyi kurtaran, Sicilyalı Empedokles (İ.Ö. 494 – 434) olmuştur. Empedokles’e göre Parmenides, Herakleitos zıtlığı, “özde tek bir madde” olduğu inancından kaynaklanmaktadır;
Düşünüre göre, her iki görüş de, kısmen doğru, kısmen yanlıştır.
1-  Her şey değişmez;
2-  Duyumsal algılamalara güvenmeliyiz, zira görüyoruz.

Sicilya adasının güney kıyılarında Akragas (ya da Agrigentum) şehrinin siyasî ortamında, çok sözü geçen bir ailedendir Empedokles. Filozof, bilim adamı ve şarlatan karışımı bir kişiliği vardır. Bilim adamı olarak, havanın ayrı bir töz olduğunu deneysel olarak kanıtlaması, nefes almanın mekaniği hakkındaki görüşleri, merkez kaç kuvvetinin kısmî izahı, ayın yansıyan ışıkla parıldadığı görüşü, bitkilerde cinsiyet olduğunu iddia etmesi, Dünya’nın küre biçiminde olduğunu ileri sürüşü, güneş tutulmasının mekaniği hakkındaki savları, ışığın bir yerden bir yere gitmesi için zaman geçmesi gerektiği konusundaki sözleri, önemli bir bilim adamı olduğunun kanıtlarıdır. Diğer bir enteresan yaklaşımı kan konusundadır. Empedokles’e göre kan, insan hayatının ana taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Temel ögeler kanda, en olgun biçimde bir araya gelmişlerdir. İnsanın tüm yetenekleri ise bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Din üzerindeki görüşleri ise Pythagoras’çıdır. “Orpheic” öğretiden de etkilendiği anlaşılan filozofumuz, sonunda işi, Tanrı olduğunu iddia etmeye kadar götürmüş, bunu kanıtlamak için kendisini Etna dağı kraterine atarak, ölmüştür.
Kendinden önceki doğa filozofları, su, ateş ve havayı temel töz (arkhe) olarak ayrı ayrı belirlemişlerdi. Empedokles bunlara bir de toprağı ekleyerek, ilk defa bir arada kullanan düşünür olmuştur. Ona göre bu dört temel eleman, sevgi ve uyuşmazlık / iticilik gücü ile birleşip ayrılırlar. Bir başka deyişle sevgi ve uyuşmazlık da, maddeyi meydana getiren asal tözlerdendir. Filozofumuzun bilimsel yetenekleri dışında en orijinal tarafı, değişmeyi  açıklamak için sevgi ve uyuşmazlık ilkelerini kullanmış olmasıdır.
Dikkate değer bir diğer yönü, Platon’un ünlü mağara mytos’unu, ilk anlatan kişi oluşudur.

Anaksagoras :

İonia’lı Anaksagoras, (# İ.Ö. 500 – 428) Clazomenae’de (İzmir – Urla – Gül adası) doğmuş, ancak yaşamının, İ.Ö. 462 – 432 yılları arasındaki en verimli 30 yılını, Atina’da geçirmiştir.
Anaksagoras’ın önemi, felsefeyi Atinaya taşıyan ilk filozof oluşudur. Sokrates’i ortaya çıkaran düşünsel etkilerin yaratıcılarından biri olması ile de ünlenmiştir. Özellikle matematik alanında, ileri seviyede bir düşünürdür. Ay ve güneş tutulmalarını doğru olarak açıklamış olduğu da bilinmektedir.
Empedokles 4 temel töz düşünmüştü. Anaksagoras, ampirik algılamalarla kavranabilir dünyada nesnelerin, nitelik yönünden sayısız çeşitliliği, dört temel ögenin birleşmesiyle açıklanamaz diyordu. Her şeyin sonsuz ölçüde bölünebilir olduğunu, maddenin en küçük parçasının bile, her elementten bir parça içerdiğini savunmuştur. Madde, en çok içerdiği eleman ile izah edilmektedir. Söz gelimi, her maddede bir miktar ateş vardır. Eğer ateş ağır basarsa, biz bu elemente doğrudan doğruya ateş diyoruz.
Sonsuz nitelikteki nenlerin hareket nedenlerini araştırmış, bu hareketi doğuran ilkeyi belirlemeye çalışmıştır. Nasıl ki algılamalarımız bize Evren’i, düzen gereği bir bütün olarak gösteriyorsa, bu düzeni bir amaca (telos – ilâhî amaç) göre düzenleyen bir kuvvet de mevcut olmalıdır. Anaksagoras bu mantıktan hareketle, yaratılışı / oluşu (genesis) meydana getiren ilkeye, düşünme yetisine olan benzerliği yüzünden, “NOUS” adını vermiştir. “Nous” gayri maddî  bir kavram değildir. O da bir maddedir ama, pek özel, ince ve seçkin bir maddedir. Evren’deki oluşu meydana getiren hareketin başlangıcıdır “nous”. İlk hareketi gerçekleştiren kuvvettir. Bu hareket, “nous”un istediği yönde gelişmiştir. “Nous” kavramını, “tanrısal akıl” olarak betimlediğimizde, bir çok disiplin ve özellikle Platon ve Aristoteles felsefesinde sıklıkla karşılaşacağımız bir kavrama atıfta bulunduğumuzu söylemekle yetinelim şimdilik.


Elea'lı Zenon ile ilgili görsel sonucu

Elea’lı Zenon :

Elea’lı Zenon, (# İ.Ö. 490 – 430) Parmenides’in öğrencisidir. Dialektik’i, (dialektike) düşüncenin düştüğü çelişmeler anlamında kullandığımızda, bu metodun bulucusudur.
Parmenides ve Zenon, çözülmesi gereken çelişmeleri ilk sezen düşünürlerdir. Ancak hareket noktası olarak seçtikleri, Parmenides’in “değişmez teklik” anlayışı yüzünden, çokluk ile devinimi varsaymanın, aklı başka çelişkilere sürükleyeceği inancı ile problemi çözümsüz bırakmayı yeğlemişlerdir. (Elea’lıların varlık kavramı tek yanlı lojik bir görüşten doğmuştur.  Salt düşünce ile varılmış bir kavramdır. Dolayısiyle doğadaki çeşitliliği ve değişimi açıklamaya elverişli değildir.)
Elea’lı Zenon’a göre çokluk, devinim ve değişim, hem saçma, hem de uyumsuz (absurde) kavramlardır. Bunu kanıtlamak maksadiyle ortaya attığı “antinoma”lar, asırlar boyu tartışılmış, çok enteresan ögeler taşır;
1-  Nesneler çokluk iseler, hem sonsuz küçük, hem de sonsuz büyük olmalıdırlar. Zira, var olanı, artık bölünemez olana kadar bölersek, bunlar büyüklüğü olmayan “hiçler” olurlar. Bunları bir araya getirsek bile, hiçlerin toplanmasından bir cesamet kazanılamaz. Yine de sonsuz küçük olurlar. Çokluğun uzayda bir yer kapladığını düşünürsek, çoğun bir araya gelmesi ile sonsuz bir büyüklük meydana gelir.
2-  Çokluk, sayıca hem sonlu, hem de sonsuzdur. Sayıca sonludur; zira ne kadar ise, o kadar olacaktır. Ama çokluk, aynı zamanda sayıca sonsuzdur. Çünki hiç durmaksızın birbirlerini sınırlarlar ve kendilerini böylelikle başka nesnelerden ayırırlar. Bu başka nesneler de, yanlarındaki başka nesnelerle sınırlıdırlar ve bu böyle sürüp gider.
3-   Devinim ile ilgili kanıtlardan (antinoma’lardan) en çok bilineni, Achilleus ile kaplumbağanın yarışıdır. Achilleus ne kadar hızlı koşarsa koşsun, kaplumbağaya yetişemez. Zira o süre içersinde kaplumbağa, çok çok küçük de olsa, bir yol almış olacak ve bu devinim sonsuza dek sürüp gidecektir.
4-  Bir koşu pistinin sonuna hiç bir zaman ulaşamazsın. Zira pistin önce yarısını, sonra kalanın yarısını, sonra yine kalanın yarısını koşman gerekir. Bu böyle sonsuza dek sürer, gider. Sonlu bir zaman içersinde, sonsuz uzay aralıkları geçilemez.
5-  Ok Paris’e asla erişemeyecek veya onu asla vuramayacaktır. Zira;
a)   Uçan ok, her anda belli bir noktada olmak zorundadır. Belli bir noktada bulunmak demek, durmak demektir. Ok, hareketinin her hangi bir anında duruyorsa, katetmesi gerekli yolun tamamı itibara alındığında da durmaktadır. Duran ok, Paris’i vuramaz.
b)   Ok Paris’e erişmek için bir çizgi üzerinde (bu bir parabol olsa bile) hareket edecektir. Çizgi, geometrik olarak sonsuz noktadan meydana gelir. Okun bu sonsuz noktayı, sonlu bir zamanda katetmesi olası değildir.
Zenon’un tüm bu “antinoma”larını, salt mantık süzgecine vurmazdan önce;
–    “var olanı bir çokluk ve hareket diye düşünürsek, çelişkiye düşeriz.
–    Öyle ise varlık, ancak bir, tek ve hareketsiz olabilir”
tezini savunmak için düzenlediğini unutmayalım.

 

Atomcular :

Bu öğretinin kurucuları; Leukippos ve öğrencisi Demokritos’dur. Leukippos Miletos’lu, Demokritos ise Teos’lu olmasına rağmen, her ikisine birden “Abdera düşünürleri” veya “Abdera’lılar” ismi verilir. Bu adla anılmalarının sebebi, batı Trakya’da, İskeçe yakınlarında bir kadim yunan şehri olan Abdera’da yaşamış ve çalışmış olmalarındandır.

İlgili resim

Leukippos :

Atomculuğun gerçek kurucusu olarak bilinmesine rağmen, ileri sürmüş olduğu görüşler kesin çizgilerle belli değildir. İ.Ö. 430’lu yıllarda yaşadığı tahmin edilen Leukippos’un ileri sürdüğü tezler hakkında, Aristoteles’den başka kaynak yoktur. Kendisinden daha büyük bir üne sahip talebesi Demokritos’un, ona ait öğretilerin önemli bir bölümüne sahip çıktığı anlaşılmaktadır.
Parmenides’in boşluk kavramını reddi, Leukippos’un hareket noktası olmuştur. Felsefe tarihinde, boşluk kavramının varlığını bilinçli olarak ortaya atan ilk düşünürdür. Yokluk ile boşluk kavramlarının birbirine karıştırıldığını iddia ederek, boşluğun var olmaması hâlinde hareketin de mevcut olamayacağını söylemiştir. Pythagoras’ın boşluk târifi, bir anlamda havayı betimlerken, Leukippos’un boşluk kavramı gerçek bir vakum ifâde eder. Var olan boşluk kavramı ile, bu boşluğun içerdiği sonsuz sayıda, küçük olduğundan görünmez, maddenin mevcut olması gereğini ileri sürmüş ve böylelikle çokçuluğun (pluralism) temellerini, mantıkî bir kesinlikle ortaya koyan ilk düşünür olmuştur.

 

Demokritos :

Leukippos’un öğrencisi Demokritos, (İ.Ö. 460 – 370) Sokrates’den sonra ölmüş olmasına rağmen,  “Sokrates öncesi doğa filozofları”ndan sayılır. Hocasının ortaya attığı teoriyi büyük ölçüde geliştirerek ünlenmiştir. Parmenides’in temsil ettiği tekçilik (monism) ile Empedokles’in çokçuluğu (pluralism) karşısındaki aracılık girişimleri sonucu, bu gün artık kanıtlanmış bulunan “Atom veya bölünmeyen öz” teorisi ile ünlenmiştir. (Bazı kaynaklar Empedokles ve Anaksagoras’ı da “atomcular” sınıflandırmasının içine sokmaktadır. Bu görüşün isabetli bir tesbit olduğunu burada zikretmeliyiz.)
Varoluş ile ilgili çok kesin bir görüş ortaya koymuştur. Evren’deki oluşuma, kesin bir zorunluluk egemendir. Bütün olup bitenleri bir raslantı ile izâha çalışmak saçmalıktır. “Yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen varlık, özdeksel atomdur. Öz, maddeyi temsil eder ve onunla her nesne yapılabilir.” şeklinde özetlenebilecek bir görüşle, materialist doğa biliminin ilk temellerini atmıştır.
Atomcular, sadece bir hacim, bir şekil ve belki de bir ağırlık içeren bölünmez  en küçük birim olarak târif ettikleri atomun ve atomların hareket ettiği boşluğun (eter – ether – esir) ezelî, ebedî mevcudiyetini ortaya atmışlardır. Bütün bu materyalist görüşlere rağmen, “tek gerçek, atomlar ve atomların hareketidir” prensibini, ruhun açıklanması aşamasında da tutarlı bir şekilde kullanmışlardır.
Bilinçli bir materyalist yaklaşımla, algılama ve düşünmeyi, vücuttaki en ince, en hafif ve en düzgün ateş atomlarının hareketi olarak izâh eden Demokritos, kendisinden önceki düşünürlerin üzerinde durmadığı oranda, ahlâk (ethik) ile de ilgilenmiştir.

Yunan Filozofları

Thales

Anaksimandros
Anaksimenes
Anaksagoras
Apollonialı
Diogenes
Sokrates
Eflatun
Aristoteles
Antisthenes
Aristippos
Eukleides
Empedoldes
Demokritos
Eudoksos
Diogenes
Demetrios
Epikuros
Diodoros
Karneades
Epiktetos
Arrhianos

 

zvr