Felsefe Nedir?

 

 

Felsefe, varlık, anlam ve öz sorunlarının eleştirel bir yaklaşımla araştırılmasına ve varılan sonuçların sistemli bir biçimde ortaya konmasına yönelik düşünsel etkinliktir.

 

Søren Kierkegaard

 

Yokluğa karşıt olarak var olan şey. Oluşa karşıt bir şey olarak, değişmeden aynı kalan gerçeklik. Boşluğa karşıt bir şey olarak, mekanda bir yer işgal eden kalıcı gerçeklik.

Eski Yunan kültüründen doğmuş, uygarlık tarihinde merkezî bir yer tutmuştur.
Eski Yunan terimi, Yunanca “Helias”tan dolayı “Helenler” de denen, Yunanistan Yarımadasında yaşayan kavimler ve onların kurduğu eski devlet ve uygarlıkları anlatmak için kullanılır.

Çiftçi bir halk olan Helenler ya da Eski Yunanlılar, tarihlerinin başlangıcında çok sade bir yaşam sürerler, sırtlarına kendilerinin dokuduğu yünden bir gömlek, ayaklarına sığır derisinden çarık giyerlerdi. Köylüler tek bir odadan ibaret olan kulübelerde oturur, evcil hayvanlarla bir arada yatarlardı.

Yunanca philosophia (philo, “sevgi” ve sophia “bilgelik”) sözcüğünden gelir. Filozof (phi-lisophos) sözcüğünü, “şeylerin yapısını araştıran kişi” anlamında ilk kullanan
Yunan dili, 3000 yıllık bir geçmişi olan Hint-Avrupa dil ailesine ait bir dildir.

Antik Yunanca Klasik Yunan uygarlığının dili olarak kullanılmıştır. Modern Yunanca Antik Yunanca’dan oldukça farklı olmakla beraber köken olarak ona dayanır. Yunanca, Yunan alfabesi kullanılarak yazılır.

Modern Yunanca dünyada, çoğu Yunanistan’da yaşayan yaklaşık 12 milyon kişinin anadilidir.

 

Herakleitos

 

 

Parmenides’in durağan ve değişmez varlığına karşı, niteliksel değişme olarak oluşun gerçekliğini öne süren Yunan filozofu Herakleitos’tur.

Bilgi bakımından, empirik ya da duyusal bilgiye hiç değer vermeyen Herakleitos, gözlerin ve kulakların kötü tanıklar olduğunu öne sürerek, rasyonalizmin savunuculuğunu yapmıştır. Çok şey bilmeye, ansiklopedik bir bilgiye karşı çıkan filozof, çok şey bilmenin akıllı olmayı öğretmediğini söylemiştir. Siyasi alanda, demokrasi karşıtı eğilimlerini, çoğunluk geniş halk yığınlarına karşı duyduğu nefretle birleştiren ve ‘bir kişinin, yetkin biriyse eğer, kendisi için, on bin kişiden daha değerli olduğunu’ söyleyen Herakleitos’un metafiziğinin en önemli tezi, hiç kuşku yok ki, çatışma ve savaşın her şeyin babası olduğu düşüncesidir. Ona göre, karşıtların savaşı, varlık ya da oluşun tek ve en önemli koşuludur. Zira bu savaş olmasaydı, hiçbir şey varolmayacaktı. Bundan dolayı, varlıkların doğuş ya da varlığa gelişi, birbirlerine karşıt olan ve dolayısıyla birbirlerini varlıkta tutan karşıtların çatışmasına bağlıdır.

 

Phythagoras

 

Platon’un öğrencilerinden Herakleides Pontikos’un söylediğine göre, Phythagoras, kozmos kavramının yanı sıra, felsefe (philosophia) deyimini de ilk kullanan kişidir. Pythagoras kendine filozof dermiş. Çünkü ona göre sophia, bilgelik, eksiksiz doğru yalnız tanrılara yakışır; insana ise ancak philosophia (felsefe), yani bilgeliği sevmek, dolayısıyla ona ulaşmak yaraşırmış. Yine Gökberk’e göre “Pontikos’un bu bildirdiğinin doğru olduğuna inanmak çok güçtür. Zira buradaki sophia ile philosophia kavramlarının birbirinin karşısına konma biçimleri, Sokrates ile Platon’un Sofistlerle savaşmalarına çok fazla benzemektedir”. Gerçekten de, Sokrates ile Platon, kendi bilgisizliklerini bilmelerini, yani neyi bilmediklerini bilmelerini gerçek bilginin kaynağı sayıyorlar, bunun karşısında da Sofistlerin şişirme, temelsiz bilgilerini koyuyorlardı. Dolayısıyla, Pontikos, felsefe kavramını ilkin Pythagoras’ın, hem de bu anlamda, kullandığını ileri sürerken, öğretmeni Platon’da gördüğü bu karşılaştırmanın çok fazla etkisinde kalmışa benzemektedir.

Ancak, Pontikos’un söyledikleri tarih bakımından doğru olmasa bile, felsefe deyiminin o sıralarda kazandığı anlamı çok güzel dile getirir: Buna göre felsefe, durup dinlemeden bilgiyi, doğruyu arama işidir. Düşünme ile olsun, deney ile olsun, burada varılmak istenen şey: Doğru’dur, hakikattir. Felsefe, doğruya varmak ister, bunun için uğraşır; elindekileri bu amacı bakımından sürekli ayıklar, eleştiren bir süzgeçten geçirir. Kısaca: felsefe bilgiyi sevmektir, ona varmak özlemiyle yollara düşmektir, onu elde etmek için çabalamaktır. Bunun karşısında, bu bilgeliğin sözde eksiksiz olarak elde bulunduğuna inanmak vardır. Bu da akıldan ve gözlemden çıkarılmamış, olduğu gibi benimsenen bir inanç olabilir ancak. Ancak bunun doğal olarak bilgi değil, inanç şeklinde adlandırılması gerekir.

Sonuç olarak kaos kavramıyla beraber, felsefenin yalnızca adını değil, aynı zamanda kendisini de, ilkin eski Yunan’da buluyoruz. İsa’dan önce 8-6. yüzyılda, o zaman İonia adı verilen bölgede (aşağı yukarı bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) pek çok düşünürle karşılaşıyoruz ki, Theogonia ve Kosmogonia’lar dışında bunların eserleri peri physeos (Doğa Üzerine) karakteristik adını veriyorlardı. Bu yapıtlar, en ünlülerinden biri kaos kavramıyla açılan Hesiodos’un Theogonia’sında olduğu gibi, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemelerdir, dolayısıyla da, dini bir dünya tasarımından ayrılan ilk felsefe yazılarıdır. İşte İonia’da bulduğumuz bu gelişme ile Yunan felsefesi başlamış oluyordu. Nitekim bu gelişme daha sonra bizi dosdoğru Platon ile Aristoteles’e, Yunan felsefesinin bu iki doruğuna ulaştıracaktır. Ayrıca, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde, “hayatın kendisinin işleyişinin kaotik bir sistem olduğu” varsayımıyla hareket eden başta Harriett Hawkins gibi yazarlardan yola çıkarak kaos üzerine mitolojik anlamda kelam eden kişi ve sanatçıların yaşamı, yine kaos teorisi çerçevesinde ele alınacaktır.

 

Platon

Platon M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamış olan ve düşünce tarihinin tanıdığı ilk ve en büyük sistemin kurucusu olan ünlü Yunan filozofu.

20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya’ya geçmiştir.

 

Felsefe’nin Kökeni

 

 

“Filozof” (felsefeci) sözcüğü uydurulmuş bir sözcüktür ve kendini, bir yandan “Bilgeler”den, yani Sokrates – öncesi düşünürlerden, öte yandan da sofistlerden kesinlikle ayırt etmek amacıyla Eflatun tarafından ortaya atıldığı sanılmaktadır (Eflatun, sofistleri., alaycı bir anlamda, yani “kötü niyetliler” anlamında kullandığı bu terimle adlandırmıştı). Gerçekten “filozof adı, Eflatun’a göre “bilge ile cahil arasındaki” (Şölen, 204 b) bilgelik dostunu belirtir. Böylece Eflatun, sofistlerin pragmatik ve sözde-ansiklopedik ustalığına ve Bilgelerin evrenoluş kuramları (kozmo-gonileri) ile büyük şiirsel kavrayışlarına oranla, kendi araştırmalarının taşıdığı yenilik üstünde önemle durmak istemiştir. Eflatun’a göre felsefe, kendini, bilgeliğe ulaşmış bir çaba, Evren’in akıl gözüyle seyredilmesi, doğrunun (hakikatin) elde edilmiş bilgisi olarak ortaya koyamaz. Felsefe, belli bir yoldan ve belli yöntemler kullanarak ilerleyen, bulduğu değerler ya da özler yardı­mıyla bilgiyi ve gerçekliği açıklayan sabırlı bir araştırma, mutlak doğru­nun peşinde koşma olmalıdır. Bu bakımdan diyalog, diyalektiğin sağ­layabileceği kapsayıcı bir görüş birli­ğine götürmesi bakımından, onun öğretici niyetini yeterince açığa vurur. Diyalektikse, aklın, düşün­ceyle kavranabilir idealara kadar yükselmesine, bunlar arasındaki ve bunlar ile şeyler arasındaki bağıntı­ları incelemeye yardım eden bir bilimdir. Diyalektikçi, en geniş anla­mıyla, kapsayıcı bir görüşe ulaşmış kişidir.

Eflatun’un öğrencisi olan ve daha sonra onu eleştiren Aristoteles, bu tanımı kendine özgü bir bakış açısı içinde ele alıp şöyle demiştir: “ Genel­likle kabul edilmiş anlamında ele alı­nacak olursa bilgelik, nedenlerin ve ilkelerin bilgisidir; ama, tam anla­mıyla bilgelik, belirli nedenlerin ve belirli ilkelerin bilimidir. ” Eflatun’un bu konudaki görüşünü böylece deği­şikliğe uğratan Aristoteles’in amacı, belirli bir felsefe anlayışının evren­sellik hırsına sınır koymaktır (zaten Eflatun ‘ da böyle bir hırsı hiçbir zaman duymamıştır).

 

“İLK FELSEFE”

 

Aristoteles’e göre “ilk felsefe’nin (daha sonra “metafizik”diye adlandı­rılmıştır) konusu, mutlak olarak ele alınan Varlıktır ya da Varlık olarak Varlıktır. Yani ilk felsefe, ilk neden­leri ve ilk ilkeleri, ayrıca bir şeyi yap­mak için göz önüne alınması gereken erekleri (bunlar, Varlığın son neden­leridir) inceler. Fizik, evrenbilim, biyoloji ve ahlakbilim (ethik) alanın­daki araştırmaları, skolastik tarafın­dan, yani Descartes’a kadar, bilim alanındaki son söz sayılmıştır ve Aristoteles’in ilk ve son nedenleri bulup ortaya koyma kaygısını açıkça dile getirir.

zvr